Neden Hep Bir “Daha Fazlası”nı Arıyoruz?
Görünürde her şey yolundadır. İşin vardır, evin, arkadaşların, belki bir ilişkin… Ama yine de bir boşluk hissi peşini bırakmaz. Sanki hiçbir şey yetmiyor. Sabahları uyanırken içini garip bir huzursuzluk kaplar. Gün boyu o hissi bastırmaya çalışırsın ama gece yatağa uzandığında yine gelir. Bu duygu, eksik olanın adını bilmemek gibidir.
İşte bu noktada devreye “anlam arayışı” girer. Çünkü insan sadece yaşamak için yaşamaz. Yaşadığı şeyin bir anlamı olsun ister. Aldığı nefes, yaptığı iş, kurduğu ilişki… Bunların hepsi bir yere dokunsun, bir şey ifade etsin ister. Anlam arayışı bu yüzden hiç bitmez. Ne kadar sahip olursan ol, yeterli gelmeyebilir. Çünkü mesele dışarıda neye sahip olduğun değil, içeride neyle bağlantı kurduğundur.
Modern hayat bizi hızlandırdı ama derinleştirmedi. Daha çok şeye ulaşıyoruz ama daha az hissediyoruz. Doyuyoruz ama tatmin olmuyoruz. İşte anlam arayışının çıkış noktası tam da burasıdır. Kalabalığın ortasında neden yalnız hissediyorsun? Her şey yolundayken neden hala bir şeyler eksik geliyor? Bu sorular, seni en gerçek ihtiyaçlarınla yüzleştirir.
Kendinle Yüzleşmeden Anlam Bulunmaz
Anlam aramak kolay değildir çünkü önce kendinle yüzleşmen gerekir. Gerçekten ne istiyorsun? Hayalini kurduğun şey senin mi, yoksa çevrenin sana empoze ettiği bir hedef mi? Bir başarıyı istiyorsan neden istiyorsun? Gerçekten içinden geldiği için mi, yoksa onay görmek için mi?
Bu soruların cevabı kolay bulunmaz. Çünkü çoğu zaman ne istediğimizi bile bilmiyoruz. Bir şeylerin peşinden koşuyoruz ama nedenini unutarak. Bu da zamanla tükenmişlik yaratıyor. Oysa insanın anlam bulabilmesi için önce içindeki sesi duyması gerekir. Ne zaman sustuğunu, ne zaman yalan söylediğini, ne zaman kendine ihanet ettiğini fark etmesi gerekir.
Kendinle yüzleşmek için cesur olmak şart. Çünkü bu süreçte eksiklerini, korkularını, bastırdığın duyguları görmek zorundasın. Ama bu yüzleşme aynı zamanda bir temizlik gibidir. Gerçekten neye ihtiyacın olduğunu fark ettiğinde, hayatın sadeleşir. Artık herkesin peşinden koştuğu şeylerin seni ilgilendirmediğini fark edersin. Sadece sana iyi gelen, sana ait olan şeylerle kalırsın.
Bu farkındalıkla birlikte, hayatını yeniden şekillendirmeye başlarsın. Seçimlerin değişir. Zamanını, enerjini kime harcadığın değişir. En önemlisi de kendine bakışın değişir. Artık eksiklerini saklamaz, hatta kabul edersin. Bu kabul hali, anlamın kapısını aralar.
İçsel Sessizlikte Doğan Anlam
Anlam, çoğu zaman sessiz anlarda gelir. Konuşmadığın, meşgul olmadığın, bir şey izleyip dinlemediğin zamanlarda… İçinle baş başa kaldığında zihnin önce gürültü yapar. Sonra yavaşlar. En sonunda asıl ses duyulur: senin sesin. O ses sana yön verir. Neyi bırakman, neyi tutman gerektiğini fısıldar.
İçsel sessizliği duyabilmek için bazen yalnızlaşmak gerekir. Kalabalıklar içinde anlam bulmak zordur. Çünkü orada çoğunlukla başkalarının hayatına odaklanırsın. Kimin ne dediği, ne düşündüğü, kim neye sahip… Bunlar anlamı değil, kıyaslamayı artırır. Ama kıyasın olduğu yerde huzur olmaz. Anlam ise sadece huzurun içinde yeşerir.
İşte bu yüzden, hayatın bazı dönemlerinde kendi kabuğuna çekilmek, yeniden yön bulmak için gereklidir. O sessizlikte sadece kendinle değil, daha büyük bir güçle de temas kurarsın. Bazıları bu güce evren der, bazıları bilinç, bazıları ise Allah. O temas anlarında dışarıdan değil, içeriden bir ışık yanar. Ve o ışık seni sadeleştirir.
Bir dönemde ben de yoğun bir anlamsızlık duygusunun içindeyken, rastgele elime aldığım bir Kur’an-ı Kerim meali kitabının birkaç satırı içimde bir boşluğu doldurmuştu. Orada yazan kelimelerden çok, o kelimelerin kalbimde yankılanma biçimi anlam yaratmıştı. Dışarıdan gelen değil, içeride büyüyen bir şeydi bu. Belki sen de bir gün bir kitapta, bir sözde, bir anda o içsel aydınlanmayı yaşayabilirsin.
Anlam Sadece Büyük Hedeflerde Gizli Değil
Birçok insan anlamı büyük hedeflerde arar. “Hayatımda büyük bir fark yaratmalıyım”, “Bir iz bırakmalıyım”, “Başarılı olmalıyım”… Bunlar kulağa motive edici gelir ama bazen bu kadar büyümek isterken kendimizi kaybederiz. Çünkü anlam, her zaman devasa şeylerde gizli değildir.
Bazen bir sabah yatağından şükrederek kalkmak, anlamdır. Bazen bir çocuğun başını okşamak, birine gerçekten içten bir “nasılsın?” demek, bir dostuna omuz olmak… Bunların her biri anlam taşır. Anlamı küçümsemek, hayatı kaçırmaktır. Çünkü hayat, küçük anların toplamıdır. Ve bu küçük anlar, büyük bir varoluş hissi yaratabilir.
Anlam arayışı, aslında kendi varlığını kabul etme sürecidir. Kendini önemsediğinde, yaptığın her şeyi önemsemeye başlarsın. Küçük görünen eylemler derinlik kazanır. Yaptığın iş, yazdığın cümle, verdiğin tepki, tuttuğun nefes… Hepsi anlam taşır çünkü sen artık farkındasındır. Uyanıksındır.
Meryem Suresi’nden Anlam Üzerine Bir Gönderme
Meryem Suresi’nde Hz. Meryem’in toplumdan uzaklaşarak, yalnızlık içinde yaşadığı mucizevi süreç dikkat çekicidir. Bu kıssa bize şunu öğretir: Anlam bazen yalnızlıktan doğar. Toplumun beklentileri dışında kalıp, sadece Allah’a yönelerek gerçekleşen bu süreç; içsel yönelişin, teslimiyetin ve sessiz sabrın nasıl büyük bir anlama dönüştüğünü gösterir.
Meryem’in yaşadığı yalnızlık, korku ya da dışlanma değil; derin bir kabul, sabır ve anlam taşıyordu. Bu yönüyle sure, bize sadece dini bir öğreti değil; aynı zamanda insanın kendiyle ve hayatla olan ilişkisine dair evrensel bir ders verir.
O halde sen de hayatının anlamını dışarıda değil, içindeki bu sessiz teslimiyette arayabilirsin. Anlam her zaman anlatılmaz, bazen sadece yaşanır. Ve o yaşanmışlık seni daha derin, daha sade, daha huzurlu biri yapar.
650+ KİŞİ ARASINA SENDE KATIL
Yeni yazılarımız yayınlanır yayınlanmaz e-posta kutunuza gelmesini istiyorsanız ve e-posta abonelerimize göndereceğimiz fırsatlar için abone olabilirsiniz.
Abone olduğunuz için teşekkür ederiz
Bir hata oluştu